Galata
Sokak köpeklerinin topaklanmış tüyleri ve işaretlenmiş kulakları. Betonun üzerinde yayılma keyiflerini ancak -neye göre seçtiklerini anlamadığım- bir araba sesini duyar duymaz bozup, tekerlerin peşinden koşturmak için bozuyorlar. Parktaki bankların şeklini almış vücutları, şarap ve sigarayla günü başlatan, geniş bir sohbete dalmış aynı topaklıkta adamların, tek bir sözüne bakıyor bıraktıkları beton izine geri dönmeleri.
Yanları başındaki kuleye çıkmak ve oradaki manzaraya kadeh kaldırmak için milyonları bahşeden ben, kazancımı küçümsüyorum en ucuzundan bu şişenin yanından geçerken. Zehirli bir kuyruk beliriyor cebimde. Bir başkasının haklı unutuşuna baba olabilecekken, kendiminki sarıp sarmalıyor beni. Kıpırdayamıyorum.
Harem
Gece ancak Kız Kulesi’nin ışıklandırmalarını yansıtabiliyor denize. Yüzümü görebilmek için ben, boşu boşuna bakıyorum karanlık suya.
Antakya
İzmarit dolmuş kültabağını boşaltmak için yanaştı garson. Sustuk. Ben, yatağımızda başka başka kadınlarla seviştiği için her defasında çarşafları atmak zorunda kaldığıma küfrederken, o, bir daha başkasının olmayacağına kurbağa gözlerinin bebeklerini oynatarak yemin etmeye başladı.
Sigaramı söndürdüm diğer onlarcasının yanında. Sandalyem kulaklarımı tırmaladı gıcırdarken. Kalktım. Kanatlarımı bıraktım masaya, yanı başına. Özgürlük sanmışım meğer. Kalkıp giderken ki huzurumda anladım.
Yıldız
Hoş geldiniz sevgili konuklarım. Niye geldiniz. İşiniz gücünüz yok mu başka yapacak, vücudunuzu tir tir kıpırdatacak. Eh, madem geldiniz yolumun sağ tarafına bakın o zaman; toz tutmuş örümceklenmiş bir rüya. Kapalı kutunun içinde saklı son nefesim. Pandora’nın çeyiz sandığı sanki, sedeften kakmalı. En uzun süre kim tutacak diye bekleriz gözlerimizdeki son karartıyı. Kapasam gözlerimi, yüze kadar saysam, saklansa herkes, bir daha da çıkmasa.
Sağ tarafına bakın sokak siluetinin. Göz bebeklerimi büyüten bir ışık orda. Sanki ıhlamur ağacı, uzun yokuşun sonunda zar zor ulaştığım. Kalemimin sivriltilmiş ucuyla ayrıntılarını özene bezene çizip, sonra çöp tenekesine bile isabet ettiremediğim. Parmak izim çıkar diye korkumdan, görüp de, duyup da, dokunamadığım.
İşte burada çıkmazına geldik sokağın. Bugün bu kadar yeter size. Kendi gezegeninize dönün şimdi. Uydularınız bekler sizi, uzaklaşmayın fazla çekim alanınızdan. Uykum var artık benim. Küçüldü bile göz bebeklerim.
Ora
Araf’tayım şimdi. Yerle gök arasında sıkılmış kalmış. Ne ben, ne başkası gibi. Geçmiş değil, bugün değil, yarın hiç... Uzatsam bakışlarımı sana, çoktan gömülmüş cesedin, uzamış saçların ve tırnaklarınla, çeksen kendini yukarıya.
Nişantaşı
Hayır, televizyona bakmıyorum.
Evet. Salona girildiğinde televizyonun tam karşısına yerleştirilmiş kocaman çek-yatın ortasına oturmuş, başımı sabitlemiş televizyona bakıyor gibi görünebilirim, ama hayır. Oraya bakmıyorum.
Televizyonun bir buçuk metre yukarısında, tavanın orta solundaki küçük çatlağa bakıyorum. Sıva çatlağına, o küçük boşluğa, kocaman duvarın ilgi çeken tek noktasına.
Bi çatlağın ne işi var orda. Herşey olduğu, olması gerektiği gibi giderken, o karartının, çizginin, yargının orda ne işi var.
Evet, televizyona bakmıyorum. O çatlak orda olduğu sürece de bakmıycam hiç.
Üsküdar-Taksim
Gece içine çekiyor beni. Batan geminin girdapları bunlar. Sanki bacakları aralı, sanki senelerdir işinin ehli karşı konulmaz bir orospu.
Evime gidip güneş yanığı tenime yoğurt sürmeliyim. Ama dersine yanlış çalışmış bir mehter takımı gibi bedenim; iki geri, bir ileri.
Ayağımı bastığım toprağın, yakasını değiştirmek geliyor içimden. Senin olmadığın tarafa geçip, başka başka bakışlarla dans etmek istiyor düşlerim.
Denizin ortasındayım. Kocamış bir tekne selamını yolluyor bize, sırılsıklam ediyor, tuz buz oluyorum kocaman dalganın altında.
Geride yaldızlarını bırakan salyangozum ulaştığında kıyıya, aynı ağırlıkla devam ediyorum yoluma. Dolunayı takip ediyorum beni -bilmem nereye- götürene kadar.
Kuzguncuk
Lacivert misin sen?
Beni siyaha taşıyan mavi.
Ne gökyüzü yani
Ne de uyku gecelerinin karabasanları
Uyur gezer gibi bir renk
Ne yaptığını bilmeden ortalarda dolaşır gibi
İdealtepe
Parmaklarımın ucu morarıyor yalanlarından
Kanım çekilmeye başlıyor bedenimin uçlarından
Ölüyorum sana gelmeye başlarken
Göz göze geldiğimizde hiçbir şeyim olmayacak sana kalan
No comments:
Post a Comment