Güzelliğimi aldı o sokak benim.
Körpeciktim. Tazeciktim. Cam gibiydi belim.
Sesim şarkı söylerdi, kuş gibi dolanırdı delikanlılar peşimde. Perdeyi azıcık araladım mı herkesin yüreği hoplardı.
Her gün serpilişimi izlerdi mahalleli, her gün biraz daha harelenirdi başım.
Babamın dizlerine her yatışımda, saçlarımı her okşayışında biraz daha büyürdüm. Ablam saçlarımı tarardı, annem çiçekli entariler dikerdi. Oyun oynamayı bırakma yaşımdı. Çeyiz düzmeye başlama, kahve pişirmeyi öğrenme yaşım. Öyle ki babamın gözlük altından gaste okuma zamanlarında, kahvesini ben getirir olmuştum.
Üç kardeştik; ben, ablam bi de oğlan kardeşim. Ablam benim gibi değildi, güzelliğini saklamayı seçmişti. Benim gibi, ele avuca gelir gelmez ortalarda salınmaya başlamamış, eve kapamıştı kendini. Sokaklarda gözü yoktu. Evde, en olmadı avluda oturur, eni konu bişey olamadıkça dışarı salmazdı nazlı eteğiyle kendini. Bana soracak olursanız, benden kat be kat güzeldi. Benim adım çıkmıştı bi kere, “mahallenin en güzel kızı Esma” diye. Halbuki ablam Sermin çimen gibiydi, yemyeşil ve uçsuz bucaksız… Ellerini kollarını oynattıkça serin bir rüzgar saçardı etrafına. Sıcak tepene çıkınca, rüzgar üfleyen nefes gibiydi. Ondan önce bana geldiler görücüye. Babam azarladı gelenleri, daha ortayı bitirmedi, hem sırada ablası var zati, diye.
Ablamın evden çıktığı zamanlar sayılıydı. Ben ya da bizim ufaklık evde olmayınca bakkala kadar gidiverirdi. Hızlı adımlar atardı dışarı çıkınca, kıvrıla kıvrıla yürür, evini kaybetmiş kedi gibi çabucak da evin yolunu bulurdu. Zar zor halamın oğlu Murteza’nın düğününe götürdük o gün. Evde ben boylu boyunca takıp takıştırırken aynadan beni izledi durdu. “Kız” dedi “bana da versene azıcık şu dudağına sürdüğünden”. Aynadan hınzır gülüşünü görüyordum arkamda. Yanaştı yanıma, dudaklarına pembe bir ruj sürdüm. Saçlarının uçlarını sarıp, kıvrım kıvrım omuzlarına döktüm. Yanaklarına kırmızı rujdan biraz allık yaptım ama beğenmedi, tülbendinin ucunu tükürükleyip sildi hemen. Çeyizinden bir eteklik çıkardı, onu geçiriverdi beline, ben de çarşıdan aldığım şalı verdim üstüne. Biraz da koku süründük.
Annem aşağıda bizi bekliyordu. Babam gelin almaya gitmek için erken çıkmıştı. Annem ablamı görünce, uzun zamandır yorgunluktan gizlediği gülümsemesini salıverdi yüzüne. Işıl ışıl oldu gözleri.” Kız” dedi ”Çıkmışın kovanından.” Alnına bir öpücük kondurdu ablamın. Hiç kıskanmadım. O gün ablamın mahallenin en güzel kızı olmasını hiç kıskanmadım. Aksine gurur duydum onun kardeşi olmaktan, işte dedim kendi kendime, ben bu kızın kardeşiyim. Düğün alayına katıldığımızda ablamın yanağındaki rujdan allığı silmesine rağmen kırmızı kırmızı parlıyordu. Utancından nereye bakacağını şaşırmıştı, nereye baksa parmaklar onu işaret ediyor, kadınlar kulaktan kulağa fısıldaşıyor, genç erkekler bıyık buruyordu. Yere eğdi kafasını, ayçiçeği gibi başı eğik yürüdü onca yolu. Düğün yerine vardığımızda ses seda yoktu hala ablamdan. Şenlik başlamış, tabancalar tüfekler kabzalarından çıkmıştı. Düğünden düğüne yerlerinden çıkan tabancalar karanlık geceyi fişekleye dursun, halaoğlumun keyfine diyecek yoktu. Masanın etrafına toplanmış delikanlılarla, kollarını havaya doğru açmış, anasonlu anasonlu hiç bilmediği zeybek oynamaya koyulmuştu. Gelin kızımız, kırmızı tülbendinin altında kim bilir neler düşünüyordu. Halaoğlu kızı kaçırdığı için, kız tarafından çok fazla gelen olmamıştı. Kızın ailesi önce küplere binmiş, sonra yapacak bir şey olmadığını anlayınca, bari düğünü de yapalım diyerek, sinelerine çekmişlerdi. Ama bizim tarafın keyfine diyecek yoktu. Sokakta çocuklar oradan oraya koşturuyor, rakı içildikçe kalabalık daha da büyüyordu. Silah sesinden hiçbir şey duyamaz hale geldiğimde ah dedim bi sussa şu sesler artık.
Son silah sesinin yankısını anca duydum kulaklarımda. Sonra her şey sustu. Gelinle damat karşılıklı oynarken, herkes olduğu yerde kalıverdi. Kalabalık birden orta yere toplaşıverdi. Davul sustu önce, sonra zurna. Her şey donakaldı bir anda, toplaşan kalabalığın yanına vardığımda, herkes yüzünü bana doğru çevirirken bir yandan da yolu açmaya çalışıyordu. Yok… değilim… gecenin en güzeli ben değilim, o yüzden bana bakmıyorlar zaar, bu gecenin en güzeli ablam, ben onun kardeşiyim. Sermin’in kardeşi. Başımı yere doğru çevirdim, yerle boylu boyunca uzanmış olan güzelliğe…. Her yan karardı birden, her yan ateş oldu, her yan al yanakta kırmızı oldu. Ses geçmedi boğazımda,nefes geçmedi. İçime yalnız kurak bir yaz akşamının öksürükleri doldu. O kuraklık o an geldi ve gözlerime kondu. Elektrik tellerine konan kuşlar gibi sıra sıra dizilip, ayaklarından takılıp kalmış gibi kalakaldı, çırpındı durdu.
Ablam yerde ne kadar zaman serili kaldı bilemedim. Kim ne dedi bana, kim hangi sesleri çıkardı bilemedim.
Benim o gece o sokakta güzelliğim kaldı. Çeyiz sandığımın içindeki bohçalar, al renginde mendillerle doldu kaldı. Neye baksam içine kırmızılar doldu boşaldı.
Tellerde takılı kuşlar, çok sonraları kurtardı ayacıklarını, lakin o telden kalkıp giderken, benden senelerce yaş aldı.