
İçerde olup bitenden haberim yok!
Ne işi var orda?
Kimdir, nedir, bilmiyorum.
Geldiğimde buradaydı.
Yerinden kalkmadı.
Eh ben de çok çalışmadım aslında kalkması için.
Belki de haklı...
Madem geldi...
Kalmalı demek ki...
Bi sebebi olmalı.
İlahi adalet, öyle değil mi...
***
Kapıyı açıp, her zamanki gibi girdim içeri. Yok, aslında itiraf etmeliyim ki, her zamankinden ağır oldu girişim. Anahtarımı bulamadım önce, sonra çantamın içindeki derin kuyuda dolaşırken, -neredeyse tavşan çıkacaktı içinden, inanın- diplerinde bir yerlerden çikolata kabı çıktı. Ona takıldım kaldım, ne zaman yemiştim bunu diye. Allah kahretsin ki hatırladım. Sonra bastım kahkahayı.
Bu sırada içerde olmalıydı. Yani kahkahamı attığımda ürkmemiş kaçmamış. Garip değil mi?
Hatırladım ne zaman yediğimi çikolatayı. Korktum sonra, kendi kahkahamdan korktum. Gülmemem lazımdı çünkü. Hüngür hüngür ağlamam lazımdı.
***
Çok geç kalmıştım. Koştura koştura gittim tünel meydanına. Suratını asmış beni bekliyordu. Küçük bir öpücük, dudağının kenarına. Yok, pas vermiyor. Çok kızmış. Ama artık alışmış olmalı. Hep bekletirim onu. Ya da alışamamış, bıkmıştı artık beni beklemekten. Ama durun. Bunu o anda anlamamıştım, daha sonra anlayacaktım. O an sadece kızmış olduğunu düşündüm.
***
“Israr etme Aylin, gelmek istemiyorum...
İyi değilim anlamıyor musun...Hayır, parti marti çekecek halim yok
Peki...tamam geliyorum...”
***
Parti sıkıcı değil. Birileri var burda. Yepyeni birileri. Ne kadar güzel bu gözler. Bana baksa keşke. Sadece bana baksa.
Elleri sıcacık...
Dudakları...
Evi sıcacık...
***
Gözleri bana bakmıyor, etrafına bakıyor. Nereye? Karşıda bir duvar çatlağı var. Sanki oraya bakıyor. Neden bana bakmıyor da çatlağa bakıyor. Beklettim diye kızmış olmalı.
***
Markete girip çikolata raflarının hepsini indiriyorum aşağıya. Kasiyer kız garip garip bakıyor yüzüme. Regl dönemim sanıyor olmalı.
Çikolatalar bitti. Ne yapmalı şimdi boşluk, hadi söyle bana, hadi söyle. Hadi....
***
Çantama nasıl girmiş bu çikolata kağıdı. Eve gelmeyi beklemeden yolda yemiş olmalıyım. ***
Niye kahkaha atıyorum şimdi. Neden ağlamıyorum. O zaman da ağlamamıştım . Kaç ay geçti üstünden, dört mü beş mi...Niye ağlamadım ben o kadar zaman. Niye bağırıp çağırmadım. Niye o akşam, o çatlağa bakarken, duvarda bir çatlak olduğunu ben de göremedim. Sadece konuşuyordum o akşam. Sadece anlatıyordum. O akşam, bende ne çatlak vardı, ne de bana bakan gözler.
***
İçeri girdiğimde koltuğa kurulmuştu. Beni kâle bile almadı. Ben ona bakakaldım sadece. Açık pencereye baktım, perde havalanıyordu. Yaz akşamının bir lütfu olup çıkagelmişti rüzgar. Bu davetsiz misafirle beraber...
Eh n’apalım mutfakta bir parça süt olacak. Bari onu koyayım kulpu kırık fincanımın içine.
***
Fincanımın kulpunda sakladım seni. Kulpu kırıldı. Açık bulduğu yarayı fırsat bilen kurtçuklar gibi, hem rüzgar doldu içime, hem de bu yarım yamalak kedi...
Tamam, gelin bakalım kucağıma. Nasıl olsa boş bir pencere burası, içini boşlukla doldurmaya çalıştığım küçücük bir dünya...
Hadi dolun, boşalın içime..
Ne işi var orda?
Kimdir, nedir, bilmiyorum.
Geldiğimde buradaydı.
Yerinden kalkmadı.
Eh ben de çok çalışmadım aslında kalkması için.
Belki de haklı...
Madem geldi...
Kalmalı demek ki...
Bi sebebi olmalı.
İlahi adalet, öyle değil mi...
***
Kapıyı açıp, her zamanki gibi girdim içeri. Yok, aslında itiraf etmeliyim ki, her zamankinden ağır oldu girişim. Anahtarımı bulamadım önce, sonra çantamın içindeki derin kuyuda dolaşırken, -neredeyse tavşan çıkacaktı içinden, inanın- diplerinde bir yerlerden çikolata kabı çıktı. Ona takıldım kaldım, ne zaman yemiştim bunu diye. Allah kahretsin ki hatırladım. Sonra bastım kahkahayı.
Bu sırada içerde olmalıydı. Yani kahkahamı attığımda ürkmemiş kaçmamış. Garip değil mi?
Hatırladım ne zaman yediğimi çikolatayı. Korktum sonra, kendi kahkahamdan korktum. Gülmemem lazımdı çünkü. Hüngür hüngür ağlamam lazımdı.
***
Çok geç kalmıştım. Koştura koştura gittim tünel meydanına. Suratını asmış beni bekliyordu. Küçük bir öpücük, dudağının kenarına. Yok, pas vermiyor. Çok kızmış. Ama artık alışmış olmalı. Hep bekletirim onu. Ya da alışamamış, bıkmıştı artık beni beklemekten. Ama durun. Bunu o anda anlamamıştım, daha sonra anlayacaktım. O an sadece kızmış olduğunu düşündüm.
***
“Israr etme Aylin, gelmek istemiyorum...
İyi değilim anlamıyor musun...Hayır, parti marti çekecek halim yok
Peki...tamam geliyorum...”
***
Parti sıkıcı değil. Birileri var burda. Yepyeni birileri. Ne kadar güzel bu gözler. Bana baksa keşke. Sadece bana baksa.
Elleri sıcacık...
Dudakları...
Evi sıcacık...
***
Gözleri bana bakmıyor, etrafına bakıyor. Nereye? Karşıda bir duvar çatlağı var. Sanki oraya bakıyor. Neden bana bakmıyor da çatlağa bakıyor. Beklettim diye kızmış olmalı.
***
Markete girip çikolata raflarının hepsini indiriyorum aşağıya. Kasiyer kız garip garip bakıyor yüzüme. Regl dönemim sanıyor olmalı.
Çikolatalar bitti. Ne yapmalı şimdi boşluk, hadi söyle bana, hadi söyle. Hadi....
***
Çantama nasıl girmiş bu çikolata kağıdı. Eve gelmeyi beklemeden yolda yemiş olmalıyım. ***
Niye kahkaha atıyorum şimdi. Neden ağlamıyorum. O zaman da ağlamamıştım . Kaç ay geçti üstünden, dört mü beş mi...Niye ağlamadım ben o kadar zaman. Niye bağırıp çağırmadım. Niye o akşam, o çatlağa bakarken, duvarda bir çatlak olduğunu ben de göremedim. Sadece konuşuyordum o akşam. Sadece anlatıyordum. O akşam, bende ne çatlak vardı, ne de bana bakan gözler.
***
İçeri girdiğimde koltuğa kurulmuştu. Beni kâle bile almadı. Ben ona bakakaldım sadece. Açık pencereye baktım, perde havalanıyordu. Yaz akşamının bir lütfu olup çıkagelmişti rüzgar. Bu davetsiz misafirle beraber...
Eh n’apalım mutfakta bir parça süt olacak. Bari onu koyayım kulpu kırık fincanımın içine.
***
Fincanımın kulpunda sakladım seni. Kulpu kırıldı. Açık bulduğu yarayı fırsat bilen kurtçuklar gibi, hem rüzgar doldu içime, hem de bu yarım yamalak kedi...
Tamam, gelin bakalım kucağıma. Nasıl olsa boş bir pencere burası, içini boşlukla doldurmaya çalıştığım küçücük bir dünya...
Hadi dolun, boşalın içime..
No comments:
Post a Comment