ÜÇ
Niye mi bazı fotoğraflar eksik? E.. şey... aslında ben...Napıyım dayanamadım işte. Biliyorum tam klasik kız tribi ama; yırttım hepsini. Yani ikimizin olan bütün resimleri. Ama toplu fotoğraflar duruyor hala. Onlara sıra geldiğinde sakinleşmiştim. Kurtarabildim yani bir kısmını.
Tamam mı? Aldın mı her şeyini. Diş fırçan? Gerek yok tabi. Zaten altı ayda bir değiştirmek gerekiyordu değil mi? Yenisini almışsındır. Ha demek o aldı. Tamam o zaman, içim rahatladı. Eminim diş sağlığını en iyi şekilde koruyacak bir tane fırça seçmiştir senin için. Benden güzel mi? Yok bir şey, kendi kendime eski bir şarkıyı mırıldanıyorum, bir şey demedim. E tamam artık, git hadi. Kapı önü merasimlerini hiç sevmem. Her şey apartman boşluğunda yankılanır, beni sinir eder. Hadi hoşça kal, iyi sevişmeler sana. Ne heyecanlıdır yeni başlamış bir ilişkinin sevişmeleri. Hele ki altı senelik bir ilişkinin rutininden yeni çıkmışsan keyfine diyecek yoktur. Yarın işe gideceksin, toplantın var; hak getire...Sabaha kadar üç, beş, ne kadar dayanabiliyorsan artık, değil mi? Efendim? Yok, yine kendi kendime konuşuyorum.
Gerek yok bu ayın kirasını paylaşmamıza. Bu ay ne paylaştık ki kiramızı paylaşıcaz. Hadi git artık. Merdivenlerden inerken arkana bakarsan gebertirim seni. Kapıyı mı kapatayım? Mazoşistim oğlum ben, öğrenemedin mi bunca sene. Bu acıyı sonuna kadar içime çekmezsem rahat etmem ben. Tamam hoşça kal. Bir ara tanışır mıyız onla, yuh artık. Hatta beraber takılalım istersen, ben tiyolar vereyim; hangi yemeği seversin, nerenden tahrik olursun, maç izlerken televizyonun önünden aman ha geçmesin, diye. Maç izlemiyorsun musun artık. Ne? Maçtan hoşlanmıyor mu? Ben de hoşlanmazdım... Yok canım, tanışma manışma yok. “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”. Nereden geldiyse aklıma şimdi. Gözlerim mi doldu? Daha neler. Sigara duma... tabi bırakmıştım ben sigarayı. Bahar nezlesi, polen alerjisi falan. Yaz gününde, evet n’olmuş? Sen de altı aylıkken doğup, iki ay küvezde kalsaydın, yaz günü alerjiden gözlerin dolardı. Nereden bileceksin...
Hadi hoşça kal. Sağlıcakla kal, kendine iyi bak, en kötü günün böyle olsun, esenlikler, bundan sonraki hayatında başarılar, elveda...
Üçüncü kata indi ayak seslerin. İyi ki bakmadın dönüp arkana. Alerji, sigara dumanı mahvetti gözlerimi, bir de hıçkırık tuttu ki sorma. İkinci kat... alerji...hıçkırık...Zemin kat... sigara...hıçk....Son adımlar apartmanda, son kelimelerin ardına düşen yankılar. Kapının “tık”ı. Sessizlik. Sessizlik. Sensizlik. Boğazımda hırıltı...
Git hadi kalbim, sıkıyosa peşinden. Üç kişi olduk artık bu hayatta, kaldır kaldırabileceksen.
UYKU 1
Güneş tutuklu sanki. Sanki parmaklık arkasında. Kapkaranlık gün, görmek isteyene sadece birkaç çubuklu çizgi. Ardından; kar.
Karın altında üşümüş tir tir kalmış morarmakta ruhumun ucu. Kırkikindi karı bu. Önce öğle saatlerinde yakıcı güneş, ardından ikindi vakti yağan kar, cesetlerin üstüne. Ama her İç Anadolulu bilir bunu. Bahar aylarında kırk gün güneşin ardından göğün “kar”aracağını. Aslında yağmur İç Anadolu’ya yağan, benim kalbime kar.
Sen Egelisin değil mi? Karı bilmezsin, üşümeyi de.
UYKU 2
Sabah uyandığımda bir kozanın içinde buldum kendimi. Battaniyeden sımsıcak bir kozanın. Gece sarhoş gelmiştim eve. Sarhoş kafam; rayından, çizgisinden çıkmış kafam, değiştirmek istemiş olmalı kendini.
Yine de her şey aynıydı, mutfakta bir bardak daha eksilmiş yalnızca, yalınayağıma battı, biraz kan...
UYKU 3
Önce parmak ucuma, sonra yavaştan ayağıma doğru uzandı güneş. Karabasan gibi ümüğüme yapıştığında, bilmem kaçıncı uykumda, bilmem kaçıncı hayal ettiğim adamın güçlü kollarında, aşna fişne edip de terledim sanırken kendimi, gözkapağımın üstünde kırpıverdi gözünü. Uyandım.
Aslına bakılırsa gözlerimi araladım ve esaslı bir küfür savurdum güne. Duymadı tabi, ben yeterince açamadığım için gözlerimi. Kamaşma yüzünden boşluğa savruldu küfürlerim. Rüzgar perdemi dans ettirmeye başladı sonra. Tüm bunlar şaka mı, diye, düşünmeye çalıştım, mahmur uyanıklığımla. Ben geceden tüm planlarımı yapıp, sabahı hissetmeyeyim, hep gece sanayım diye; bordo perdemi hiç boşluk kalmayacak şekilde kapatayım; sen bordo perde, gün ışığıyla birlik olup gözüme gözüme gir, rüyaya yattığım uykumun içine et.
Bu harala gürele geçip, ben uyandığımı kabul ettiğimde ve bu ter bastıran sıcak mı sıcak mevsimle tatlı bir sohbete tutuştuğumda, bir kahve kokusu kadar ferah gelmeye başladı rüzgarın sesi. Kızgınlığımı aldı yavaş yavaş. Çalar saatle uyanabilirdim pekala, ya da annemin uzaktan gelen telefonunun sesiyle. Ramazan ayı olabilirdi mesela, davulcuya terlik fırlatmak zorunda kalabilirdim. Kocam terk etmemiş olsaydı, gömleğini ütülemek için uyandırılmış; yahut işten kovulmamış olsaydım.....
Güzel bir uyandırılma şekli olduğunu düşünmeye başladım. Gün, rüzgarla birlik olup beni uyandırmaya karar vermiş. Bak sen. Bi hinlik var bu işte. Bir hinlik var olmalı bu günde.
UYKU 4
Nerdeyim ben. Burası neresi. Bu yanımda uzanan boşluk da ne? Ne zaman buldum ben bu boşluğu? Geceden bana kalan yalnız bu mu. Söyleyeyim de uyansın bari, geç olmadan dönsün yerine. Biraz daha kalırsa alışırım belki. O uyanmamış hala, gülümsüyor boşluk bana. Bana mı? Tatlı tatlı gördüğü rüyasına mı? İşte aralıyor gözlerini. O tanıdı galiba, hiç yabancılamadı beni...Yanımda olmayı, kocaman bir gece geçirmiş olmayı yadırgamadı. Boşluk kalk git hadi. Yalnız bırak beni.
UYKU 5
Tutmadı yine. Tutup kaldıramadı beni yerimden. Alıp yatağıma götüremedi. Kaçtı gitti yine. Kahve mi suçlu şimdi, kim suçlu? Olmazsa olmuyor işte, gelmiyor. Ipıssız, sessiz mi sessiz, yalnız buzdolabının acımasız işkencesi kulağımda. Vapurun, trenin, koşturmanın sesi kuytuda. Yalnız buzdolabım var sanki koca dünyada.
Gelmiyor işte. Boylu boyuncayım yatakta, gözlerim plastik yıldızlarla bezeli tavanda. Sanki gerçek. Bi kere yıldızlar beş köşeli değil, onlar gezegen; köşeleri möşeleri yok yani. Ne kandırıyorsam kendimi, yıldız falan değil onlar; plastik, fosforlu şeyler. Üstelik uyuyamıyorum hala. Uykum kaçtı bir yere. Kahveyle birlikte kaçtılar benden. Bıraktılar beni bu fosforlu kandırmacanın başına.
UYKU 6
Gün can çekişiyor doğurmaya çalışırken güneşi. Bozkıra doğacak birazdan güneş. Kurdun kuşun, birde sapsarının ortasında bekleyen kurumuş bir ahlat ağacının üstüne salacak ışıklarını.
Kafamı tam yukarı kaldırdığımda hala yıldız, sonra lâcivert. Başımı eğdikçe başlıyor cümbüş; eflatunlar, turuncu kırmızılar, sonra kendini ispatlamaya çalışan sarı.
Göz kapaklarım yorgun. Buluşmak için sabırsız birbiriyle. Bir buluşsalar biliyorum neler yapacaklarını. Sanki uzaktaki sevgili, kısacık anlarda birbirlerini yalnızca görüp geçen. İlk uzun buluşmada ayrılmayacaklar birbirlerinden. Ben kara kedi. İstemiyorum vuslat anını. Her buluşmalarını ayırıyorum daha fazlasını görmek için.
Ben bunları düşünürken başlıyor gün. Bir günü daha kavuşmadan ne kadar geçirebilecekler bakalım gözlerimin kapakları.