Sunday, November 26, 2006

Mersiye


Bahar akşamı işte. Ne beklenebilir ki başka. Hafif loş bir hava, deniz buharlaştı buharlaşacak, altı kapatılmış pilav gibi beklemede. Dolunay gökte, bir yerlerdeki denize gel git yapıyor olmalı, meşgul yani. Sevgilim gibi. Sevgilim; aşık olduğum adam yani. Meşgul telefonları. Kolları...teri...gidip gelen vücudu gibi yani...
-Baş başa kaldık mı yine eski dostum. Herkes gider, ben kalırım dememiş miydim sana? Hani telefonlar cebe girince biraz uzaklaşır gibi olmuştuk ama, aynı alet koşturmaları arttırıp, kısaltmadı mı anları? Zaten kısacık kalanları...
Dolunayda mı kalmıştık? Bu gece o aydınlatmış sokağı. Sokak lambalarının olmadığı yerlerde bile sanki gün ışığı. Güneşin çocuğu, geceleri peydahlanan. Bir kuzgun uçsa, azmış bir mart kedisi bağırmaya başlasa, hiç kaçarı yok serilir gözler önüne. Yanından geçtiğim bütün evler sanki bana inat, muhabbette bu gece. Sokağa açılan pencere mutfaksa eğer ; mezeler hazırlanıyor eş dostla beraber, oturma odasınınkiyse; sonuna kadar açılmış sigara dumana özgürlüğünü bahşeylemek üzere. Balkonlarda, anne babanın yeşilaycı sandığı körpeler, yanlarında da naneli şeker. Fırının önünden geçmek akıllara zarar. Bu saatte yaptıkları poğaçayı yarın sabah bize taze, yeni çıktı diye yutturmak için hazırlık yapıyorlar. Bu yalanın kokusu mis gibi geliyor burnuma.
Eve gelip mum yakma zamanları yine. Tabi ki sarı ışık olmalı. Ne demişti en hızlı terk edenlerden, fotoğrafçı sevgilim ”beyaz ışık ölü ışık” mış. Daha pahalı olduğundan bahsetmek için vakit kalmamıştı hiç. Bikaç sevişme kadar sürdü görüşmelerimiz, piyanist bi kıza gitmişti, kızın parmakları güzelmiş ...
-Gör gününü. Kimse benim gibi olamaz işte. Olmadıkların, olamadıkların kadar bile biliyorum seni. Karabasanları, taze fasulyeyi, kilisedeki kadını, helli kahveyi, peri çıkmazını. Saydıklarım sayacaklarımın teminatı...
Gündüzün karmaşası mı, güneşin her şeyi apaçık etmesi midir, bilinmez; bazı çiçekler akşam açar. Ben de biliyorum bunun bir bilimsel açıklaması olduğunu. Liseyi bitirdim çok şükür ite kaka. Ama böyle düşünmek - televizyon seyretmek gibi- daha kolay geliyor, hayatımı - en azından bir kısmını- basitleştiriyor. Neyse işte, o çiçeklerden biri olmalı yol üstünde. Bu yoldan her sabah geçiyorum o aptal gülüşlü patronumu ve etek giydiğimde artan, bir sürü müşterinin geldiği, işyerime giderken. Ama gündüz hiç kokusunu bulamadım.
-Ne şimdi bu. Baştan mı çıkarmaya çalışıyorsun beni? Senle olursam mutlu olacağım öyle mi? Bu kocaman kalabalık vapurun can yelekleriyle dolu tavanına, gün ışığının denizde yansıyan kıpırdanışını taşıyıp da bana kur yapıyorsun öyle mi?
Yağmur yağacak galiba. Hava temizlenmiş sanki ve rüzgar bir yerlerden taşıyor o kokuyu bana. Daha ne kadar uzatabilirim yolu. Hadi yap şunu artık. Anne sözünü hatırlama vakti ”bu saatte, kız başına sokaklarda ne işin var.” Hadi bu son girdiğim ara sokak olsun. Yağmur da bastıracak şimdi. Evet, yağmurda donuma kadar ıslanmayı seviyorum ama kendime iyi bakmalı ve sağlıklı bir birey olarak yaşantıma devam etmeliyim. Bu son cümle yaklaşık bir senedir gittiğim psikoloğun beni telkin etmek için kullandığı söz. Eşek gibi çalışıp kazandığım paranın büyük bir kısmını, karşısında oturup takıldığım bütün ayrıntıları kafamdan silmeye çalışan bu kadına harcıyorum ve her 100 liranın sonunda duyduğum tek şey sağlıklı bir birey olmaya çalışmam gerektiği. Beni sağlıklılaştıracak şeyin eve düz yoldan gidip, dizimi seyredip uyumak olduğunu bilmek, ama bunu bir türlü becerememek bayağı pahalıya patlıyor bana. Neyse ki yağmurda yürümüyorum artık.
Fazla gürültü yapmadan parmak ucuma basa basa çıkıyorum yukarıya. En üst katta evim. Çatının bu bölümü camdan. Apartman otomatı sönünce dolunay yardım ediyor kilit anahtar uyumunu sağlamama.
-Çift kanatlı bir kapının ikisini birden, aralamaya izin vermeden zamana, sonuna kadar aç ve doldur tüm ışığı içine. Dal içeri bodoslama, koştura koştura, ne var ne yok doldur kalbine ve arkana bile bakmadan çık dışarı. Düşün ki sarhoşsun ve uzun zamandır göremediğin sevgilinim ben. Sınır olmadan, bağıra çağıra sevişir gibi, sırtımda tırnak izleri bırakır gibi, dokunma bile tenime. İstediğin neyse al git. Böyle giderelim hasretimizi. Nasıl olsa daha çok vaktimiz olacak, önce dokunmak ...sonra... sıkılmak için birbirimizden.
Eve girince ayaklarımın etrafında, “madem mamamı bu kadar geç vereceksin, beni niye evine aldın kardeşim, bırak da sokaklarda çöpleri karıştırayım o zaman” , diyen kedimin umutsuz mırıltıları. Kutunun dibindeki son kuru mamayla besliyorum mırıltıları, yarın sabah yenisini almak gerek.
Biraz televizyonu karıştırıyorum, biraz müzik ve kahve. Bir de bahar tabağı hazırladım kendime; yeni dünya, can eriği, yeni yeni yüzünü gösteren kiraz. Mumdan vazgeçtim bu gece, onun yerine tütsü yakıp eski kokuların hepsini bastırmaya karar verdim. Makyajımı çıkardıktan sonra aynaya bakıp çizgilerimi kontrol ettim,yenileri çıkmış mı diye. Rafın üstüne kaçamak bir bakış fırlattım sonra; acaba çalacak mı telefonum? Ve başrolü yorgunluğuma bıraktıktan iki dakika sonra odama giden koridorun karanlık ışığında yolculuğumu başlattım. Çarşaflarımı değiştirdim ağır ağır. Bunu her gece yapıyor olmaktan hoşnut değilim elbet, ama temiz kalan bir yeri olmalı değil mi hayatımın.
İçerden gelen müzik sesiyle uykuya dalma alışkanlığım, bu gece küssün bana. Koridor engelini aşıp, uyku müziği koymaya hiç halim yok. Varsın hayallerimin sesleri uyutmasın beni. Dolaşsınlar karanlıkta, sayıklamalarımı dinleyip, kendilerince anlamlar çıkarsınlar. Belki sabaha karşı uyanır, martı çığlıklarını dinler, sabah tazeliğini içime çeker, kirlenmemiş havanın şaşkınlığını yaşayıp, öksürürüm biraz. Ama bahar alerjisinden yaşlanmaz gözlerim bu sefer. Beni çağıran sesin kulaklarımda patlayan sessizliğinin gürültüsüyle, sağır olurum da göremem inşallah bir daha.

-Git o zaman. Bir şey ya vardır, ya yoktur. Ben mi, o mu, bu mu, şu mu. Bu kadar karıştırma her şeyi birbirine. Elmayla armutun toplanmayacağını söylemediler mi sana ilk okulda? Benim de ilgilenmem gereken milyonlarım var. Bir tek sen mi varsın sanıyorsun. Senin de yaklaşman, burnunu göstermen lazım azıcık. Gidip dükkanlarda kıyafetleri karıştıracağına, yanıma gelmiş olsan, yıllarca ayrı kalmanın soğukluğunu atmış, yine eskisi gibi olmuştuk çoktan. Dön diyorum bana. Her şeyi unutacağıma söz veriyorum. Arada yaşadıklarını, benden kaçışlarını, inan hepsini. Biliyorsun yapman gerekeni. Kapa şu telefonu. Uzak bir yerlere gidelim tekrar, hiç kimsenin göremeyeceği bir kuytuya. Yalnız bana ait ol eskiden olduğu, baban gittikten sonra olduğu gibi. Girelim odana ve çıkmayalım bir daha. Hadi direnme daha...

Uyku vakti. Ayaklarımın ucuna kıvrıldı bile kedim. Geç bile kaldım bu gece hayata gözlerimi kapatmak için.





ZİNNURE TÜRE
MAYIS 2005

1 comment:

Anonymous said...

Zinnurecim,

yazın ne gibi bilio musun? ölmek üzere olan bir çiçeğe hayat veriri gibi:) çok beğendim... geç kalmışım okumak için...